top of page

Hayvan Hakları

Kent Hakkından söz ederken, genelde tüm canlıların yaşam hakkına ilişkin bir cümle kurup geçiştiriyoruz. Oysaki, bizler gibi onlar da aynı yaşam alanında hak sahibi… Hayvan hakları dediğimizde, “hayvan” olarak tanımlanan tüm canlılardan bahsetmek gerek. Yani inekten sineğe; kurttan kuzuya; balıktan kuşa; yüzen, uçan, sürünen, yürüyen tüm canlılar bu tanıma dahil. Doğru olan, aynı zamanda etik olan da bu… Bütüncül hayvan hakları savunucuları için bu konuda bir kuşku yok. Bu düşünceye göre doğrudan ya da dolaylı olarak hiçbir hayvanın sömürülemez. Tabii dünya pratiklerinde her ülke için farklı bir mücadele sürdürülüyor bu çerçevede.  İnsanlığın ortak “yeme, kullanma alışkanlıkları” yanında bölgesel alışkanlıklar ve inançlar da bu konuda önemli rol oynuyor.  Hayvan hakları savunmak bu nedenle en zor hak mücadelelerinin başında geliyor ve kademe kademe, uzun bir süreç içerisinde nihai sonuca ulaşmak mümkün. 

 

Toplumcu Demokratik Belediyecilik de, günümüzde hayvan haklarını da, tıpki çevre sorunlarında olduğu gibi temel ilkelerinde yer veriyor. Hayvan hakları savunucuları da mücadele içinde değişik katmanlarda yer alabiliyor. Bazıları tamamen sömürüsüz ve tam özgürlükçü bir çizgideyken bazıları da “kedi, köpek, kuş,  akvaryum balığı” gibi evcil kültürde yer almış hayvanları öncelikli görüyor.

 

Ülkemizde hayvan hakları bilinci ise yeni yeni farkındalık odağına giren bir konu… Resmi olarak ilk kez 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile çerçevesi çizilen “hayvan hakkı” tanımı son derece yetersiz olmasına rağmen iyi bir başlangıç, medeni bir adım oldu. Ancak zaman içinde hayvanlara karşı artan şiddet olayları,  kanunun da yenilenmesi ihtiyacını doğurdu. Özellikle sokaklarda yüzyıllardır bizlerle yaşayan ev ve sokak ortak yaşamına alışkın, kişilerce sahiplenilmemiş hayvanlar için yaşam şartları son derece zorlaştı. Belediye bakımevleri hayvanların toplanıp hastalığa, açlığa, kötü muameleye maruz kaldığı “barınak” adlı yerler haline dönüştü.

 

Gönüllülerin insan üstü çabası bile görevini yapmayan belediyeler nedeniyle sayıları kontrolsüzce artan sokak hayvanlarını korumaya yetmiyor. Belediyeler düzenli ve insani koşullarda kısırlaştırma yaparak nüfus popülasyonunu kontrol altında tutmakla görevli yasal olarak. Ancak, pek çoğu bu görevini yerine getirmiyor ya da getiremiyor.

 

Hayvanları şehir hayatında istemeyen ve ilginçtir ki kırsal kökenli (hayvanla yaşamaya daha yatkın)  çoğu insan da dayak, zehir, tecavüz, kurşunlama, araçla sürükleme gibi fiilleriyle onların hayatlarını daha da zorlaştırıyor.  Sık rastlanmadığı halde bazı tehlikeli hastalıkların söylentisi de topluma hayvanlara karşı algı için kullanılıyor ne yazık ki.

 

Bütüncül hayvan hakları mücadelesinde çok yol alamamakla beraber en azından bizlerle yaşamaya alışmış, sokaklarımızın yaşam ortakları kedi ve köpekler için alınmış başarılı yolu korumak zorundayız. Bunun için de belediyelerle gönüllülerin şeffaf bir işbirliği içinde nüfus kontrolünü sağlamak, hayvanlara kötü muameleye ciddi yaptırımlar uygulamak ve elbette mutlaka toplum bilincini yükseltmek için eğitim çalışmaları gerekli.

 

Bu tür ortaklaşa bir çalışma hem katılımcı yaklaşımları artıracak,  yeni çözüm yolları ve  projeleri ortaya çıkaracak; hem de toplumsal huzura mutlak bir katkısı olacaktır. Çünkü biliyoruz ki bilimsel olarak, hayvanlara kötülük eden insanlar nihayetinde topluma zararlı, şiddete yatkın ve çok çeşitli suçların da failleri olarak karşımıza çıkıyor.

 

Başta kedi ve köpekler olmak üzere tüm hayvanların yaşama ve var olma haklarına saygılı olmak insan hayatında da azımsanamayacak ölçüde fark yaratacaktır. Dünyanın bir çok ülkesine örnek olacak şekilde köpekle kediyle hem ev hem sokak yaşam kültürümüze sahip çıkmak yerine “batıdaki gibi yok etmek” düşüncesinin olgunlaşması hepimizi üzer.

 

Toplumcu Demokratik Belediyecilik, medeni ülkelerde “sokakta hayvan olmaz” sözünü şöyle değiştirebilmeli: “Medeni bir ülke kendisi gibi konuşmayan, kendisi gibi yaşamayan ama ortak yaşamı gayet doğal gerçekleştirmiş; hayvanlarla birlikte yaşamayı, onu ailenin bir parçası olarak özümsemeyi başarabilmiş olan ülkedir”.

Yerel yönetimlerin biraz samimi gayreti ile çözülebilecek en büyük sorun popülasyon kontrolüdür ve bu başarılabilir. Bunu en çağdaş, hayvan haklarına saygılı biçimde yerine getirmek de Toplumcu Demokratik Belediyeciliğin temel görevlerinden biridir. Bunun yanı sıra, süt ve et endüstrisinin besi hayvanlarının sömürüsüne yönelik farkındalık çalışmaları yapmak, yerel düzeyde hayvancılık endüstrisinin ürünlerinin tüketimini azaltmaya yönelik kampanyalar düzenlemek de Toplumcu Demokratik Belediyeciliğin temel aksiyonlarından biri olmalı. Çevremizdeki ekosistemin ayrılmaz parçası olan diğer hayvanların biyolojik sürdürülebilirliğine yönelik, yerel düzeyde çocuklardan başlayarak bilinçlendirme kampanyaları da geleceğimiz açısından büyük önem taşıyor ve bu da yerel yönetimlerin olmazsa olmaz görevleri arasında olmalı… Ve tüm bunları gerek sivil toplum örgütlerinin, gerek aktif vatandaşların katılımını sağlayarak yapabilen bir yerel yönetim, Toplumcu Demokratik Belediyecilik ilkelerini gerçekten hayata geçiren bir yerel yönetim olacaktır.

bottom of page